DE

Almanya'da Neler Oluyor?
Almanya Seçimini Yaptı – Asıl Zorlu Süreç Bundan Sonra Başlıyor

Berlin - Bundestag Picture
© Photo by Tim Simon on Unsplash

Trafik lambası koalisyonunun geçen senenin Kasım ayında bozulmasından sonra erken seçime giden Almanya, 23 Şubat günü kararını verdi. Katılımın %82,5 ile rekor denebilecek bir seviyede olan seçimi %28,5 oy oranı ile Hristiyan Demokrat Birlik partileri (CDU/CSU) kazandı, ancak bu sevinç biraz olsun kursaklarında kaldı da diyebiliriz – bu oran geçmişte %40-45e alışık olan muhafazakarların 1949'dan beri elde ettiği en kötü ikinci sonuç oldu. Avrupa’nın en büyük ekonomisi olan Almanya’da ana muhalefeti artık aşırı milliyetçi ve radikal sağcı olan ve oyunu %20,8 ile ikiye katlayan Almanya için Alternatif (AfD) partisi oluşturacak.

Trafik lambası koalisyonunda yer alan tüm partiler ciddi anlamda oy kaybına uğradı. Oyu yaklaşık %10 düşen Sosyal Demokrat Parti (SPD)’ye artık kitle partisi demek çok zor. Bu sonuç, 150 senelik bir geçmişi olan Alman Sosyal Demokratlar için tam bir facia. Yeşillerin oyu %3 oranında düştü ve %11,6’ya geriledi. Liberal Hür Demokrat Partisi ise seçim gecesi tam bir kabus yaşadı ve barajın altında kalarak meclise giremedi. Parti lideri Christian Lindner, seçim gecesi görevinden istifa ederek partinin yenilenmesinin önünü açtı.

Seçime 2-3 ay kala birçok anketin baraj altında kalacağına kesin gözüyle baktığı Sol Parti ise inanılmaz bir son dakika performansı sergileyerek resmen küllerinden doğdu. Oyunu yaklaşık %4 oranında artıran Sol Parti %9 ile tarihi bir sonuç elde etti. Bir seneden az bir süre önce kurulan ve liderliğini Sol Parti’nin geçmişte popüler isimlerinden Sahra Wagenknecht’in üstlendiği BSW ise katıldığı ilk federal seçimde meclise girmeyi başaramadı.

Toplumun yarısından fazlasını oluşturan kadınlar yeni dönemde mecliste sadece %32,4 oranında temsil edilecekler. 2013 senesinde %37 olan meclisteki kadın oranı o yıldan beri düşüşte. Aşırı sağ AfD ve Muhafazakar Birlik Partilerinde kadın oranı %12 ve %23 ile oldukça düşük. Kadın parlamenterlerin %30 oranını ilk kez aştığı 1998 secimlerinden neredeyse 30 sene geçmesine rağmen bu oran bir türlü toplum gerçeklerine yaklaşmamakta. Siyaset arenasındaki adil olmayan şartlardan yakınan bazı uzmanlar bu sorunu aşmak icin kota ve parite şartını yine gündeme getirdi. Geçmişte bu teklif meclisteki partilerin coğunluğu tarafindan destek görmemişti.

Ufak sürprizler hariç genel resim aşağı yukarı beklenildiği gibi oldu ve anketler yanılmadı. Seçim akşamı aşırı sağ ve radikal milliyetçi AfD ile herhangi bir koalisyonun içinde olmayacaklarını açıklayan Başbakan adayı Friedrich Merz’in işi, seçimi kazanmasına rağmen pek de kolay olmayacak. Meclis aritmetiği AfD’yi olasılık dışı tuttuğumuzda sadece CDU/CSU ve SPD arasında bir koalisyona el veriyor. Hemen seçim sonrası istişare görüşmelerine başlayan partilerin yetkili kişileri, şu an somut koalisyon görüşmeleri için hazırlık yapmakta.

Ancak eski dünya düzeninin ciddi şekilde sorgulandığı bu günlerde, Almanya’yı Friedrich Merz liderliğinde neler bekliyor, gelin bir göz atalım.

Friedrich Merz ve Yeni Almanya

Friedrich Merz, seçim kampanyası boyunca çalışma zamanının büyük bir kısmını dış politikaya, Avrupa’ya ve Donald Trump’ın dünya düzenine ayıracağını sık sık dile getirdi. Bu, asil bir vaat olmakla birlikte, gerçekten uygulanabilir olup olmadığı pek de sorgulanmadı – ne belki de hâlâ Angela Merkel’in konfor dünyasında yaşadığını düşünen seçmenler tarafından ne de Avrupa devletleri, yani gelecekteki başbakanın dış politika tutkularının nesneleri tarafından. Ancak özellikle AB ortaklarının beklentileri, seçim sonuçlarının sert gerçekliğiyle karşılaştırıldığında pek de dayanıklı görünmüyor.

Yüzeysel bakıldığında, seçim sonucu dünya için bazı olumlu mesajlar veriyor. Almanya’da radikal ve milliyetçi güçler olmadan bir koalisyon kurmak hâlâ mümkün. Merkez, çoğunluğu elde edebiliyor ve muhalefetteki Yeşiller Partisi bile dış politikada öngörülebilirliği korumaya katkı sağlıyor. Almanya’da bir Trump benzeri figürün şansı hâlâ yok ve popülist cazibenin sınırları belli. Aşırı sağ unsurlar hükümete dâhil olmayacak, bu da birçok Avrupa komşusu tarafından sessizce takdir ediliyor. Ayrıca, Hristiyan Demokrat Birlik (CDU/CSU) ile Sosyal Demokrat Parti (SPD) arasındaki politik ortak payda o kadar geniş ki, koalisyon müzakereleri Avusturya’dakilere kıyasla çok daha az sancılı geçecek gibi.

Radikal Dünya Görüşüne Sahip Partiler Oyların Üçte Birini Aldı

Ancak bu olumlu değerlendirmeleri gölgeleyen ciddi faktörler de var. Oyların en az üçte biri, radikal bir dünya görüşünü benimseyen ve özellikle Avrupa’nın Rusya-Ukrayna savaşına karşı tutumuyla çelişen partilere gitti. Almanya için Alternatif (AfD), Sol Parti ve Sahra Wagenknecht’in yeni siyasi hareketi, Almanya’nın dış politika konularında ne kadar istikrarsız olabileceği yönündeki endişeleri doğruluyor. Donald Trump’ın ABD’nin geleneksel ittifaklarından uzaklaşma politikası da, değerler ve ittifaklara bağlılık fikrinin Almanya’da da aşınmasına önemli katkı sağlıyor. Almanya’nın komşuları ise Batı Avrupa’da, bazen sola bazen sağa savrulan ve belki de bir noktada otoriter bir Rusya ile olan hayali ruhsal bağlarını yeniden keşfeden küçük bir hegemon gücün yükselişinden korkuyor.

Friedrich Merz’e Ekonomik Zorluklar Bekliyor

Friedrich Merz’e büyük umutlar bağlayanlar en büyük hayal kırıklığını ekonomi konusunda yaşayacak. Olaf Scholz’un sıkça alıntılanan şöyle bir sözü var: “Benden liderlik bekleyenler, liderlik alır.” Ancak görevden ayrılan başbakanın satır arasında söylediği de vardı: “... eğer bu liderliği maddi olarak karşılayabilirsem.”

Friedrich Merz’in dış politikadaki liderlik iddiası, Scholz’unkinden bile daha fazla bütçeye bağlı. Elbette bir başbakan Avrupa’da seyahat edebilir, zirvelere katılabilir ve kararlı bir duruş sergileyebilir. Ancak Angela Merkel’den bildiğimiz gibi, etkili olmak her zaman mali güce de bağlıdır. Almanya’nın Avrupa’daki liderliği her zaman ekonomik gücüne dayanıyordu ki bu da yanlış bir şey değil; çünkü Avrupa, ortak pazar mekanizması sayesinde Almanya’ya bunu fazlasıyla geri ödedi. Ancak Merz iki büyük yükle başlıyor:

  1. Almanya artık Avrupa’nın övülen ekonomik motoru değil; bu konumu yeniden kazanmak için kapsamlı reformlar yapması gerekiyor.
  2. Yeni güvenlik düzenini finanse edecek mali güce de sahip değil.

AfD’nin Blokaj Gücü Almanya’yı En Zayıf Noktasından Vuruyor

Avrupa, yeni hükümetten borçlanma kurallarının gevşetilmesi yönünde hızlı bir adım bekliyor. Ekonomi, altyapı ve savunma için birkaç yüz milyar euroluk bir özel fon, Avrupa’nın özgüveni ve birliği için doğru bir adım olur. Ancak bu özel fon için Merz’in anayasal bir teminata ihtiyacı var ve bunu CDU/CSU ve SPD’nin Yeşiller’in desteğiyle sağlaması mümkün görünmüyor. AfD ve potansiyel olarak Sol Parti’nin blokaj gücü, Almanya’yı en savunmasız olduğu noktada – güvenlik konusunda – vuruyor. Bu yüzden Merz’in borç freni konusundaki kısıtlamaları bir an önce ve yeni meclis henüz bir araya gelmeden kaldırmak istemesi şaşırtıcı değil. Eski meclisteki sandalye dağılımında AfD’nin blokaj gücü yeterli olmuyordu.

Bu seçimle Almanya, küresel politikada güvenlik olmadan hiçbir şeyin mümkün olmayacağı bir döneme giriyor. Modern tarihinde hiçbir zaman bu kadar korunmasız olmadı ve Avrupa Birliği hiç bu kadar büyük bir varoluşsal baskı altında kalmadı. Avrupa’daki komşuların umudu, yeni Alman hükümetinin gücüne ve kararlılığına bağlıydı. Ancak seçmenler bu beklentiyi görmezden geldi. Bu tarihi anda ihtiyaç duyulan yetkiyi hükümete vermediler.

Close menu