DE

Almanya'da Neler Oluyor?
Seçimler Öncesi Almanya ve “Zeitenwende”

Photo by Maheshkumar Painam on Unsplash
© Photo by Maheshkumar Painam on Unsplash

Dünyanın en büyük ekonomilerinden biri olan Almanya’da 23 Şubat günü tarihi nitelikte bir genel seçim gerçekleşecek. Dışarıdan bakınca istikrarın anavatanı gibi görünen Almanya’da uzun zamandır büyük bir değişim süregeliyor. Pazar günü yapılacak seçim bir dönemin kapandığı anlamına gelebilir.

Bu hafta Almanya’nın Münih kentinde 61. Münih Güvenlik Konferansı gerçekleşti. 23 Şubat seçimlerinden sadece bir hafta önce başlayan konferans için ülkeye gelen uluslararası liderler ve askeri uzmanlar hiç de alışık olmadıkları bir Almanya ile karşılaşabilirler: tedirginliğin ve belirsizliğin hakim olduğu bir Almanya’yla.

Almanya’yı başarılı yapan iş modeli çözülüyor

İkinci Dünya Savaşından beri Almanya’nın başarılı iş modeli aşağı yukarı şöyleydi: Tüm dünyaya yüksek kaliteli sanayi ürünleri ve yüksek teknoloji ihraç et, ucuz enerji tüket ve vatandaşlarına yüksek refah seviyesi ve sosyal devlet olanakları sun. Almanya, Soğuk Savaşın sonrasındaki liberal dünya düzenine çok az ülkenin uyum sağladığı kadar uyum sağlamıştı ve şu an uluslararası arenada yaşanan belirsizliklerden pek az ülkenin karşılaştığı şekilde zorlanıyor. Almanya`nın dış politikasının temeli olan tüm önemli jeopolitik güvenlik unsurları teker teker çözülüyor.

Ne Avrupa’nın birleşme süreci Avrupalı ülkelerin arasında daha yakın bir işbirliği sağladı ne de liberal demokrasi hala tek makul yönetim modeli olarak kabul ediliyor. Birçok aktör çatışmaların askeri yöntemlerle halledilebileceğini düşünmekte. Almanya, Avrupa’da güvenliğin Rusya ile değil, ancak Rusya’ya karşı inşa edilebileceğini çok acı bir şekilde öğrenmek zorunda kaldı ve Çin de artık Alman ihracat ürünleri için büyük bir pazar değil; aksine daha çok büyük bir risk konumunda. Ayrıca Donald Trump’ın Beyaz Saray’a dönmesi ile beraber Almanlar kendi ülkelerinin güvenliğini Amerika’ya bırakamayacaklarını anladılar. Yani kısacası yukarıda tarif edilen Alman modeli bu günlerde çöküş yaşamaktadır.

Karamsarlığın ve belirsizliğin kazananı: Aşırı sağcı AfD

Diğer Avrupa ülkelerine göre daha istikrarlı olsa da Almanya’nın da parti sistemi bu günlerde şiddetli bir şekilde sarsılmakta ve parçalanmakta, diğer ülkelerden alışık olduğumuz anlaşmazlıklar Almanya’da da gittikçe yaygınlaşmakta. Halbuki Almanya bir koalisyonlar demokrasisi ve uzlaşı şimdiye kadar yazılı olmayan bir kuraldı.

Yurt içinde ve yurt dışında tüm bu olup bitenler Almanların kendilerine ve dünyaya daha karamsar bakmasına da yol açıyor. Munich Security Index verilerine göre G7 ülkeleri arasında dünyadaki gelişmeleri en olumsuz gören ülkelerden biri Almanya. Geleceğin iyi olacağına dair inanç da kaybedilmiş durumda. Ankete katılanların sadece %17’si Almanya’nın on sene sonra daha iyi bir halde olacağına inanıyor ve sadece %16’sı Almanya’nın on sene sonra daha refah bir yer olacağını düşünüyor.

Almanya’nın aşırı sağ popülist ve radikal milliyetçi partisi AfD tüm olup bitene rağmen demokratik partiler tarafından hala dışlanmakta, ancak duyguların tüm siyasi tartışmalara bu kadar hakim olduğu ve belirsizliğin tavan yaptığı günümüzde bu radikal güçler ritmi belirliyor.

Gerçeklerden kaçan bir ülke: Almanya

Almanya’da seçim öncesi konuşulması gereken konuların aslında şunlar olması beklenir: Ekonomik reformlar ve yaşlanan bir toplumda yapılması gereken yatırımlar, Rusya’nın Avrupa’nın göbeğinde başlatmış olduğu savaşın sonucu olarak savunma politikasının adapte edilmesi ve bu alandaki yatırımlar... Tüm bu önemli konular çok daha az konuşulurken, birkaç aydan beri psikolojik sorunları tespit edilmiş birkaç sığınmacının gerçekleştirmiş olduğu şiddet olaylarının, Avrupa sığınma politikasına dair soruları gündeme getirmesinin yanı sıra aynı zamanda tüm göçmen toplumunu da itibar kaybına uğratması söz konusu. Hiçbir şekilde hükümette yer almayan ve yakın zamanda yer alması da beklenmeyen AfD ise bu durumdan faydalanıp gündemi ve söylemi belirlemekte başat roldedir.

Almanya’nın göçmen kabul kapasitesi ve entegrasyon imkanları tabii ki tartışılmalı. Ancak seçimler öncesi bu konu tüm kampanyaya hakim ve tamamen korku perspektifinden tartışılıyor.

Zeitenwende” sadece lafta kaldı

Burada toplumsal bir unutma ve gerçekleri görmeme çabasıyla karşı karşıya olduğumuz aşikar. Neredeyse üç sene önce Şansölye Scholz, Putin’in Ukrayna’ya karşı başlatmış olduğu savaştan hemen sonra mecliste meşhur “Zeitenwende”, yani zamanın dönüşümü, konuşmasını yapmıştı. O konuşmadan sonra aslında hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. En azından beklenen buydu.

Bu konuşmadan sonra bazı isimler Almanya’nın Prusya örneğini göstererek “Acaba Almanya eski militarist geçmişine mi dönüyor?” diye tedirgin olmuştu. Almanya böyle bir radikal düşünce değişiklikten çok uzak, hatta durum tam tersi: Bir milyondan fazla Ukraynalı mülteciyi kabul eden ülkede açıklanması zor olan garip ve çelişkili bir tutum hakim. Bir taraftan dünyanın farklı yerlerinden sürekli gelen kötü haberler neticesinde insanlar sürekli alarm halinde, diğer taraftan toplum sanki derin bir uykuya dalmış ve dünyanın kendiliğinden tekrar daha barışcıl bir döneme girmesini bekliyor.

İlginç bir şekilde federal bütçenin bundan sonra kalemler arasında nasıl dağıtılacağı da bu seçim kampanyasında pek tartışılmamakta. Ama gerçek şu ki, bundan sonra Almanya’nın kendi savunması için veya NATO kapsamında yapacağı harcamalar diğer konulara – emeklilikten eğitime, altyapı yatırımlarından aile politikasına kadar – ne kadar bütçe kalacağını belirleyecek. Ama ilginçtir ki, seçmenden destek bekleyen liderler bu konuya değinmiyor.

“Alman iş modeline” tarihsel bir bakış

Almanya’da şu an yaşanan toplumsal duygu durumunu anlamak için biraz tarihe bakmakta fayda var. İkinci Dünya Savaşından sorumlu ve Yahudi Soykırımı ile dünya tarihinin en büyük suçunu işlemiş olan Almanya, hem cezalandırıldı hem de egemenliği bir nebze kısıtlandı. Batının bir parçası olsa da bunun bir sonucu olarak Soğuk Savaş döneminde askeri müdahalelerin dışında tutuldu ve bu, doğruyu söylemek gerekirse Almanya’nın da işine geldi. Berlin Duvarı’nın çökmesi ve Almanya’nın birleşmesi ile beraber, ülke egemenliğine tekrar kavuştu ve yavaş yavaş da olsa askeri müdahalelerde sürece dahil olmaya başladı. Bunun bir göstergesi olarak, Alman askerlerinin İkinci Dünya Savaşından sonra ilk müdahalesi 1999 NATO kapsamında Sırbıstan’a karşı yürütülen askeri operasyon oldu.

Bugüne kadar etkisini sürdüren aslında eski Batı Almanya’nın sunduğu “güvenlik vaatleri” idi. Avrupa’daki tüm entegrasyon çabalarına rağmen, bu vaat daha çok içe dönük ve ulus merkezli bir anlayışa dayanıyordu. Toplumu bir dayanışma toplumu olarak tanımlayan bu yaklaşım, ülke savunmasını ve 1950’li yıllarda başlayan ekonomik başarıyla güçlenen sosyal devleti kapsıyordu. Ancak, içe kapalı ve homojen bir toplum varsayımına dayanan bu vaat, günümüzün göçmen toplumu gerçeğiyle ve küresel gelişmelerle örtüşmüyor. Yine de, Almanya’da siyasi arenada hâlâ birçok insanın tepkisini ve duyarlılığını harekete geçiriyor; özellikle kaynakların dağıtımı konusunda veya Almanya’nın uluslararası meselelerde temkinli tutumunu sürdürmesinde etkisini hissettirmeye devam ediyor.

Uluslararası konuların adeta reddedilmesini veya yokmuş gibi davranılmasını seçim kampanyasında iki farklı şekilde gözlemleyebiliriz: Bir taraftan, sanki Almanya’nın yanıbaşında bir savaş yokmuş gibi, Ukrayna’daki savaş ve Rusya’nın oluşturmuş olduğu tehdit liderler tarafından kampanyada hiç mi hiç konu edilmiyor. Diğer taraftan AfD ve BSW gibi düzen karşıtı partilerin sürekli “barış” ve “pazarlık” konularını ele alması aslında adil bir barıştan ziyade bir an evvel bu savaşta daha fazla bedel ödememeyi dile getiriyor. Bu iki parti toplumun savaş konusundakı nabzını iyi biliyor: En son yapılan anketlerde Almanların %44’ü ülkelerinin bir savaşa sürüklenebileceğinden korkuyor. Ancak dört sene önce bu oran yalnızca %10’du. Aralık ayında yapılan bir çalışma ise bunu doğrular nitelikte: Ankete katılanların %52’si savaşı bitirmek adına Ukrayna’nın toprak bütünlüğünden kısmen vazgeçmesi ve bazı bölgelerini Rusya’ya bırakması gerektiğini düşünüyor. AfD ve BSW gibi partilerin barış derken kastettikleri tam olarak budur.

Almanya bu korkularla mücadele ederken, Batılı devletler, Almanya’nın en kısa zamanda çalışır ve uyumlu bir hükümete sahip olmasını umuyor. Toplum bir taraftan hem özgürlüğün, diğer taraftan da refah seviyesinin ve sosyal devletin müdafa edilmesini bekliyor. Ayrıca belki de Almanlara has üçüncü dünya savaşı korkusunu yenmek gerekiyor. Önümüzdeki aylarda bir taraftan Almanya’daki hükümet arayışları, diğer taraftan Alman toplumundaki her şeyin eskisi gibi olması beklentisi ülkeyi adım atamaz hale getirebilir.

Almanya'da karakteristik özelliği olarak da bilinen aşırı ve nedensiz çekingenlik veya birebir çevirisiyle korku anlamına gelen “German Angst” terimi yaygındır. Özgürlükçü dünyanın içinde bulunduğu bu zor dönemde Almanya'nın “German Angst”'ını daha fazla cesarete, yani “German Mut”’a çevirmeye ihtiyacı var.

Close menu