DE

Avrupa ve Türkiye'nin Geleceği

Turkey Europe

ÖNSÖZ

Türkiye-AB ilişkileri: geçmiş, şimdi ve gelecek

Faruk Kaymakcı
Dışişleri Bakan Yardımcısı ve AB Başkanı

Türkiye’nin bugünkü Avrupa Birliği (AB), o zamanki Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile ortaklığı 1959 yılında diğer bazı Avrupa uluslarının AET’ye EFTA (European Free Trade Assosication) gibi bir alternatif yaratmaya çalıştığı bir zamanın ardından 1963 yılında akdedilen Ankara Anlaşması’na dayanmaktadır. İniş çıkışlı bir dönemin ardından Türkiye ve AB, AB’ye tam üyeliği öngören 1996 yılındaki Gümrük Birliği ile birbirlerine bağlanmıştır. Bu, AB’nin üye olmayan bir ülke ile gerçekleştirdiği en yakın ekonomik ilişkidir. Türkiye’nin resmi olarak aday ülke ilan edildiği 1999 Helsinki Zirvesi’nin ardından 2005 yılında başlayan üyelik müzakereleri ilişkilerde bir dönüm noktası olmuştur.

Türkiye-AB ilişkileri 1963 yılında yaratılan bağlar sağlam olmasına rağmen, 2006’dan beri tabiatı gereği teknik ve Avrupalı olması gereken katılım müzakerelerinin büyük oranda siyasileştirilmesi ve ulusallaştırılmasından zarar görmüştür. 16 fasıl açılmış ve bir fasıl geçici olarak kapanmış olup, 14 fasıl Kıbrıs sorunu sebebiyle hâlâ bloke edilmiş durumdadır ve aynı sebepten dolayı hiçbir fasıl geçici olarak kapatılamamaktadır.

Kıbrıs sorununda bir çözüm sağlanmadan GKRY’nin AB’ye alınması ve üyeliğinin Türkiye karşısında kötüye kullanılmasına müsaade edilmesi Türkiye-AB ve ABNATO ilişkilerini tehlikeye sokmaktadır.

Göç yönetiminde iş birliğini, Türk vatandaşları için vize serbestliği sürecini, üyelik müzakerelerinin canlandırılmasını, 1996 yılındaki Gümrük Birliği’nin güncellenmesine ilişkin sürecin hızlanmasını, terörle mücadelede daha iyi bir iş birliğini ve Türkiye ile AB arasındaki yüksek düzeyli diyalogların ve zirvelerin düzenli bir şekilde yapılmasını öngören 18 Mart 2016 tarihli Türkiye-AB Zirvesi Bildirisi sayesinde ilişkilerde bir iyileşme ve hatta ilerleme yaşanmıştır.

15 Temmuz darbe girişiminin ardından AB’nin tavrı Türk tarafında hayal kırıklığı ve güvensizlik yaratmıştır. Türkiye’yi kucaklayacağına yabancılaştıran kararlar alan AB tarafından Türkiye’nin attığı adımlar, AB’den uzaklaşıyor şeklinde tasvir edilmektedir.

Bazı Üye Devletler, AB üyeliklerini aday ülkeler karşısında sadece üyelik müzakerelerinde değil diğer alanlarda da kendi çıkarları doğrultusunda kötüye kullandıkça Türkiye ile AB arasındaki iş birliği zemin kaybetmektedir.

Ancak özellikle önümüzdeki bölgesel ve uluslararası meydan okumalar karşısında Türkiye ve AB’nin birbirleri ile olan bağlantılarını koparmak yerine daha fazla iletişime ve diyaloğa ihtiyacı vardır.

"Türkiye müzakere sürecini yürüten aday ülke olarak terörizm, güvenlik, savunma, düzensiz göç, radikalleşme, yabancı düşmanlığı ve enerji arzının güvenliği gibi temel konularda AB için en önemli bir kazançtır."

ENC Faruk
Faruk Kaymakcı

Aslında Türkiye’nin katılım süreci politik retorik, popülist söylemler ya da genişleme yorgunluğu gibi dış şoklara beklenenden daha fazla dayanıklıdır. Türkiye, AB üyesi olma konusundaki stratejik tercihini kararlılıkla sürdürmektedir. Türkiye-AB ilişkilerinin stratejik önemi uluslararası ve bölgesel ilişkilerdeki hızlı gelişmelere paralel olarak artmıştır. Orta Doğu’dan Kuzey Afrika’ya kadar geniş bir coğrafyada yaşanan son dramatik gelişmeler ve AB’deki meydan okumalar Türkiye ve AB’nin küresel ve bölgesel tehditler karşısında birlikte hareket etmesini gerekli kılmaktadır.

Türkiye müzakere sürecini yürüten aday ülke olarak terörizm, güvenlik, savunma, düzensiz göç, radikalleşme, yabancı düşmanlığı ve enerji arzının güvenliği gibi temel konularda AB için en önemli bir kazançtır. Türkiye-AB iş birliğinin ve mülteci krizi ile terörle mücadeledeki ortak eylemlerin somut ve olumlu sonuçları bu durumu daha da görünür kılmaktadır. Gerçekten de Türkiye’nin ve AB’nin ekonomiden siyasete, kültürden dış politikaya uzanan geniş bir yelpazede birbirlerine yapabileceği katkılar sadece iki taraf için değil aynı zamanda bölgesel ve küresel barış, istikrar ve refah için de önem teşkil etmektedir. Öte yandan bu ilişkinin tam potansiyelini kullanmanın tek yolu Türkiye’nin AB üyeliğidir. Üyelik olmadan gerçekleştirilecek daha derin bir iş birliği sadece sınırlı başarı getirebilir ve ulusal sınırların ötesine gidemez.

20 yıl önce 1999 yılındaki Helsinki Zirvesi’nde “Türkiye’nin AB’ye katılmaya aday bir ülke” ilan edilmesiyle liderlerimiz Türkiye’nin ve AB’nin ortak geleceğini onaylamıştır. O zamandan beri sadece Avrupa’da değil dünya genelinde yaşanan siyasi, ekonomik, jeostratejik ve demografi k gelişmeler bu savı pekiştirmiştir.

Bu yüzden bugün 2019-2024 dönemi jeostratejik AB yönetiminin yeni siyasi döngüsünde Türkiye-AB ilişkileri için açık bir üyelik perspektifi yönünde yeni bir paradigmaya sahip olmanın ve değişimi iki tarafın da yararına olacak yönde gerçekleştirmenin tam vaktidir.